Vaktiyle Nuh'un Gemisi olarak ünlenmis mabedin engin ve kasvetli yikintilari, Karli Daglar'in Altar (Sunak) Tepesi olarak bilinen o muazzam, magrur zirvesinde durmaktadir. Geleneklerle bagdastirdigimizda geçmisi, Büyük Tufan kadar eskidir.
Nuh'un gemisine dair dilden dile dolasan sayisiz efsane vardir ama bir tanesi var ki; Sunak Tepesi'nin gölgesinde, bir yazimi birlikte geçirme sansi buldugum o yörenin dagcilari arasinda en yaygin olan oydu:
Büyük Tufan'dan yillar sonra, Nuh ve ailesi ile ailesinden gelenler Karli Daglar’a dogru sürüklendiler ve orada bereketli vadiler, gür akarsularla olabilecek en iliman iklimle karsilandilar. Oraya yerlesmeye karar verdiler.
Günlerden bir gün Nuh son günlerinin yaklastigini hissetti ve çagirdi yanina kendisi gibi rüyalari isabetli, önsezileri kuvvetli bir adam olan oglu Sam'i ve söyledi ona su sözleri:
“Gördügün gibi oglum, babanin yasadigi yillardan aldigi hasat zengindi ziyadesiyle. Artik, son demet ekip de hazir biçilmeye. Sen ve kardeslerin ve sizin çocuklariniz ve Çocuklarinizin çocuklari, bu yasli Dünya'yi insanlarla yeniden dolduracaksiniz ve Tanri'nin bana vaat etmis oldugu gibi; tohumlariniz denizdeki kum kadar çogalacak."
Ancak, bir korku, her taraftan kusatarak mum alevi gibi titresen bu son günlerimde; bir türlü rahat birakmiyor beni. Korkuyorum insanlarin bir gün unutmalarindan Tufan'i ve onun kötülükler, ihtiraslar ve ahlaksizliklar yüzünden ortaya çikmis oldugunu. Ayrica, unutabilirler "Gemimizi" ve onu, intikam almak isteyenlerin gizli planlarindan ve öfkelerinden koruyarak, yüz elli gün boyunca zafere tasiyan gücü; "Inancimizi". Kendilerinin de birer meyvesi olageldikleri o Inanç'tan dogan Yeni Hayat’a yeterince anlam yükleyemeyecek olmalari da mümkün aslinda.
"Onlar bütün bunlari unutmasinlar diye oglum; sana bu daglarin doruguna bir sunak insa etmeni emrediyorum; bundan böyle bu zirvenin adi Altar (Sunak) Tepesi olarak anilsin. Sonra sana, o sunagin etrafina bir ev yapmani buyuruyorum; bu ev, fazlasiyla küçültülmüs oranlarda olmakla birlikte gemimizin tüm detaylarina sahip olmali ve bundan böyle Nuh'un Gemisi olarak anilmali.
"O sunagin üzerinde son sükranlarimi arz edecegim. Ayrica, benim orada yakacagim atesten bir parça alarak bunu ebediyen canli tutmani ve o isigi sonsuza dek korumani da emrediyorum sana. Ev konusuna gelince, onu, sayilari asla dokuzu geçmeyen ve hiçbir zaman dokuzdan az da olmayan seçilmis insanlardan olusan küçük bir toplulugun mabedi yapacaksin. Bu insanlar "Nuh'un Gemisinin Reamaçileri" olarak bilinecekler. Içlerinden biri öldügünde ise, Tanri derhal onun yerine geçecek kisiyi gönderecek. Bu reamaçiler mabedi asla terk etmeyecek; dünyadan etek çekerek tüm günlerini bu mabede kapanmis olarak geçirecek, Ana Gemi’de yasanan tüm güçlükleri yasayacak ve inanç atesini canli tutarak, semada en Ulvi olana, kendilerine ve takipçilerine yol göstermesi için yakaracak. Bedensel ihtiyaçlari ise, diger inançli insanlarin bagislariyla karsilanacak.”
Babasinin söylediklerinin her hecesine siki sikiya sadik kalan Sam, dokuz sayisinin anlamini ögrenmek üzere onun sözünü kesti. Neden bir eksik ya da bir fazla degil ama tam tamina dokuzdu bu sayi? Çaglarin sorumlulugunu üzerinde tasiyan saygideger ve yasli aile reisi bu soruyu söyle açikladi:
"Bu sayi; Nuh’un Gemisini yüzdürenlerin sayisidir oglum."
Ancak Sam, sekizden ötesini sayamiyordu: Babasi ve annesi, kendisi ve karisi ile iki kardesi ve onlarin esleri. Iste bu yüzdendir ki, babasinin sözleri allak bullak ediyordu zihnini. Ve Nuh anlayarak oglunun aklinin karistigini, açiklamaya giristi konunun detayini:
"Kulak ver oglum; simdi sana büyük bir sirri açikliyorum. Dokuzuncu kisi, yalnizca benim görüp, benim bildigim gizli bir kaçak yolcuydu. O benim hiç degismeyen vefali arkadasim ve dümencim oldu. Bana daha fazla sorma onu ve mabedinde ona yer ayirmayi unutma sakin. Bunlar benim dileklerim oglum; Sam. Göreyim seni, onlarla ilgilen."
Ve Sam babasinin buyruklarini yerine getirdi.
Gün gelip Nuh, atalariyla bulustugunda, gömüldü çocuklari tarafindan geminin içindeki sunagin altina; Büyük Tufan'in muhterem fatihi tarafindan tasarlanip emredilmis olan bu mabet, çaglar boyu madden ve manen baki kaldi, ondan sonra da.
Yüzyillar gelip geçtikçe, inançli insanlarin bagislari da artti gitgide; ve Gemi Mabet, basladi ihtiyaç duyulandan çok daha fazlasini kabul etmeye. En nihayet, her yil daha zengin daha zengin oldu topraklari artti, içi, gümüs, altin ve degerli taslarla doldu.
Birkaç nesil önce, Dokuz kisiden biri dünyayi terk ettiginde, bir yabanci geldi mabedin kapisina ve kabul edilmeyi diledi topluluga. Gemi Mabedin çok eskiden beri hiç bozulmadan süregelen geleneklerine göre, bu yabancinin hemen kabul edilmesi gerekirdi mabede; çünkü o reamaçilerden birinin ölümünden hemen sonra gelip kabul edilineyi isteyen ilk ziyaretçiydi. O zamanlar Gemi Mabet' in en kidemli reamaçisi olan Bas Kesis, kendi bildigini okuyan, dünya isleriyle fazlasiyla ilgili tas kalpli bir adamdi. Kapisina gelen bu yabancinin çiplak, aç ve yara bere içindeki dis görünüsünü begenmeyerek ona, bu topluluga kabul edilmeye layik olmadigini söyledi.
Yabanci kabul edilme konusunda israrliydi, ama bu israri Kidemli Kesis'i öyle çok kizdirdi ki, yabanciya bu topraklari derhal terk etmesini emretti. Ancak yabancinin güçlü bir ikna yetenegi vardi ve oradan gönderilmesi mümkün olmadi. Sonunda, Kidemli Kesis'i baski altina alarak onu yendi ve kendisini onun bir hizmetkâri olarak kabul ettirmeyi basardi. Bundan sonra Bas Kesis, çok uzun süre, Tanri'nin ölen arkadaslarinin yerine gönderecegi reamaçiyi bekledi. Ama gelen olmadi. Böylece Gemi Mabet tarihinde ilk kez, sekiz reamaçi ve bir hizmetkâra ev sahipligi yapmis oluyordu.
Aradan geçen yedi yilin ardindan, manastir öyle bir zenginlesti ki, sahip oldugu bu zenginlige deger biçmek bile mümkün degildi. Kilometrelerce öteye kadar tüm araziler ve köyler manastirin mali oldu. Kidemli Yönetici çok mutluydu ve Gemi Mabet'e "ugur" getirdigine inandigi o yabanciya daha nazik davranmaya basladi.
Ancak, sekizinci yilin safaginda, bir seyler hizla degismeye basladi. Vaktiyle huzur içinde yasayan toplulukta huzursuzluk bas göstermeye baslamisti. Zeki bir adam olan Kidemli Kesis olanlarin yabancidan kaynaklanmakta oldugu kehanetinde bulundu ve onu kapi disari etmeye karar verdi. Ama eyvah! Artik bunun için çok geçti. Yönetimi altindaki kesisler artik hiçbir kurala uymuyor hiçbir neden tanimiyorlardi. Bu rahipler, iki yil içinde mabedin tüm gayrimenkul ve menkullerini dagittilar. Mabedin sayisiz kiracisini gayrimenkul sahibi yaptilar. Üçüncü yilda ise mabedi terk edip gittiler. En korkunç olani ise, yabancinin Bas Kesisi lanetleyerek, onu mabedin bulundugu alana baglamasi ve bugüne dek dilsiz birakmasiydi.
Iste böyle söylüyordu efsane.
Kimi zaman gece, kimi zaman gündüz; yakaladiklari birçok firsatla, Bas Kesisi orada, manastirin terkedilmis yikintilari arasinda amaçsizca dolasirken gördügünü söyleyen ve beni buna ikna eden sahitlerin sayisi hiç de az sayilmazdi. Ancak, bunlarin hiçbiri onun dudaklari arasindan tek bir kelime bile çekip çikarmayi basaramamisti. Bunun ötesinde, bulundugu yere yaklasmakta olan bir adam ya da kadinin varligini hissettiginde derhal ortadan kaybolarak kimsenin bilmedigi bir yere gidiyordu.
Hikâyenin huzurumu kaçirdigini itiraf etmeliyim. Böylesine eski bir mabedin, Altar (Sunak) Tepesi kadar issiz bir zirvedeki yikintilar içinde ve çevresinde dolasan münzevi bir rahibin hayali; hatta gölgesi bile, pesine düsmek için fazlasiyla unutulmaz idi. Bu hayal gözlerime rahat vermedi, düsüncelerimin basina oldu bela, kamçiladi kanimi; dürtüp durdu etimi kemigimi.
Söyledim sonunda o daga çikacagimi.
Not: ‘‘Tutsak Edilmis Basrahip’’ isimli bu yazi Lübnanli yazar Mikhail Naimy (1889-1988)’nin Mirdad’in Kitabi isimli eserin ilk bölümüdür. O bölümden –(7-11 sayfasi) alinti yapilarak yayinlanmistir.
O DAG
O dag, kadim kaynaklara göre, Hz. Nuh’un gemisine ev sahipligi yapan bir dagdir.
O dag, agziyla zeytin dali tasiyan güvercinle, barisla özdeslesen bir dagdir.
O dag yeni yasamin sembolü bir dagdir.
O dag, Kardu (yani Cudi) dagidir.
O daga simdilik tirmanamamis, çikamamis olsak da, korona virüs salginin yaydigi korkuya inat, o dagin eteklerinde bulunan -(Sirnak-Silopi’ye bagli)- Hassana (Kösrali) köyümüzü ziyaret ettik. Köyü yasatmak adina burada yasam mücadelesi veren köylülerle hos vakit geçirdik. Hasbihal eyledik.
O dagin doruklarini ve eteklerini seyre dalarken, o dagin tarihi geçmisiyle hemhal olurken, buradaki yasanmisliklarin izlerini anlamaya çalisirken, Mirdad’in Kitabi isimli eserinde Lübnanli yazar Mikhail Naimy (1889-1988)’nin Nuh’un gemisi hakkinda yazdigi yazi aklima geldi.
Bu vesileyle ‘‘Tutsak Edilmis Basrahip’’ basligini tasiyan o yaziyi ve merak edenler için dogal güzelligin dogalligini tasvir eden ‘‘Kardu’da Bahar’’ isimli yazimin linkini http://www.karyohliso.com/articles/article/2202 paylasiyor ve burada yayinliyorum.
Malfono Yusuf Begtas
You can also send us an email to karyohliso@gmail.com
Leave a Comment